bugün

entry'ler (17)

türkiye nin büyük bir kısmının atatürk ü sevmemesi

bir kısım insanların güç sahibi olmasıyla birlikte marifet zannedilen atatürk'ü karalama çabasının ürünüdür.

bu halkın atatürk'e duyduğu sevgiyi chp'nin oy oranıyla ölçecek kadar basit ve düz mantığa sahip bireylerin bir takım şeyleri anlaması pek de kolay olmayacaktır; ama önce bilmelidir ki "atatürkçü ise chp'lidir." ya da "sadece chp'liler atatürk'ü sever." şeklindeki yargılarla dolu ilkokul mantığından kurtulması gerekmektedir.

türkçe ezanı "halt" kelimesiyle tabir etmek de kanımca yanlıştır. inancın dili olmaz ve herkes inancını kendi dilinde yaşamakta özgürdür. ayrıca kur'an'ın hiçbir yerinde ezanın ya da ibadetin arapça yapılması gerektiği ile ilgili bir hüküm yoktur. her kim ki bu gerekçeyle atatürk'ten nefret edecekse buyursun etsin böyle bir insanın sevgisine atatürk'ün ihtiyacı zaten yoktur.

atatürk'ü sevmeyenler ya da sevgilerini "formalite" diye nitelendirenler muhakkak ki vardır onlardan ricamız kendi saçmalıklarını çoğunluğa mâl etmeye çalışmamalarıdır.

bir sevginin doğduğu gün

nasıl olduğunu anlayamadığım bir şekilde çok sıradan bir hareketin ya da sözün size bir şeyler olduğunu fısıldadığı gündür.

nükleer karşıtları hakim karşısında

temmuz ayında elli sekiz eylemci nükleer karşıtı imzaları teslim etmek için tbmm önünde bir eylem yaptı ve eylemden bir hafta sonra imzalar meclis kürsüsündeydi. bugün ise demokratik haklarını kullanmış olan o elli sekiz eylemcnin mahkemesi vardı ve 1.5 ile 3 yıl arasında hapis istemiyle yargılandılar. yani temiz enerji kaynakları isteyen ve bir çernobil faciası daha yaşamak istemeyen çevrecilerin yargılanması durumu. ama şaşırmamak lazım çünkü zamanında demokrasiyi "araç" olarak tanımlamış insanların bugün gerçek bir demokrat gibi davranmalarını ve bu tür demokratik haklara saygı duymalarını beklemek hayalperestlikten öteye gidemiyor ne yazık ki.

abdullah gül ün en yakışıklı cumhurbaşkanı olması

olsa olsa şakadır herhalde.

cumhuriyet gazetesi nin türban reklamı

reklamdaki kızın konuşmaya başlamasıyla duyulan erkek sesinin düşündürdüğü reklamdır. kaybedilen cumhuriyet değerleriyle birlikte kadının sosyal hayatta içine düşeceği durumu çok güzel anlatmıştır.

ayrıca insanlar ne zaman vazgeçecekler karşı tarafı din düşmanlığıyla suçlamaktan? dinin vicdani bir kavram olduğunu, kişinin sadece kendisini ilgilendirdiğini ne zaman anlayacaklar? Ne zaman bırakacaklar dindar gibi görünüp toplumun gözünde saygı görme çabasını?

cumhuriyet gazetesine bölücü diyen insan, "üst kimlik alt kimlik" tartışmasını çıkaranlara karşı neden sessiz kalmaktadır? özerklik istendiğinde, eyalet sistemi konuşulduğunda, teröriste terörist demekten çekinildiğinde onlara neden bölücü dememiştir? kimin bölücü olduğunu kimin olmadığını anlamak bu kadar zor mudur?

bin bir güçlükle kazanılmış bağımsızlık, ardından kurulan cumhuriyet, yapılan devrimler ve çağdaşlık hedefi bu kadar mı değersizdir? bu kadar mı düşmandılar bu değerlere?

bir an olsun tarafsızca baktığınızda tüm olanlara gerçekten memnun musunuz geldiğimiz şu durumdan?

türkan saylan

hayatını tıp eğitimine, lepra hastalarına ve kızların eğitimine adamış kişidir.

onun için dinsiz diyenlere sormak lazım bir insanın inancını sorgulamak bir başkasına düşer mi? herkesin inancı kendini ilgilendirir ve herkes kendinden sorumludur. kaldı ki bu bir ölçütse bilmelilerdir ki türkan saylan çok sıkı bir dini eğitimden geçmiştir.

lepra hastaları toplumdan dışlanırken, tedavileri için çaba harcanmazken, bu hastlar köylerine ve hatta evlerine geri kabul edilmezken türkan saylan onların tedavisi için elinden geleni yapmıştır, onlar için bir hastane kurmuş, bu hastanede hiçbir ek ücret almadan gecesiyle gündüzüyle çalışmıştır. hastaları tedavi ettikten sonra kadere bırakmamış, onlara iş ve kalacak yer temin etmiştir hatta bir kısmına kendi evini açmıştır. kaç insan yapar bunu? lepralılar için çalışmakla yetinmemiş bir de okumak isteyen kız çocuklarına el uzatmıştır. kaderlerine terk edildiği takdirde okuyamayacak, büyük ihtimalle erken yaşta evlendirilecek ve hayatını çocuk doğurup kocasına hizmet etmekle geçirecek olan kızlar türkan saylan sayesinde öğretmen,hemşire, doktor, avukat, mühendis vb. olmuştur. ayrıca türbanlı kızların üniversiteye alınmamasının sorumlusu olarak da türkan saylan gösterilemez. irtica ülkemiz için uzun yıllardır tehdit oluşturmaktadır ve doğru ya da yanlış böyle bir uygulama söz konusudur. sekiz yıldır iktidarda olan ve pek çok icraatı kafasına göre yapabilen, yüzde 47 oy oranıyla övünen ve halk bizi seçti diye her fırsatta vurgu yapan bir iktidar bile bu soruna aklı selim bir çözüm getiremezken türkan saylan'a yüklenmek neden?

müslüman olduğunu söyleyip, dini imanı dilinden düşürmeyen hırsızlara, dolandırıcılara, dini siyasete alet edenlere, hoca efendi hazretlerinin etrafında dolanıp milyonların katıldığı bir sınavda soru çalanlara ses çıkarmayanlar nasıl olur da hayatını insanlara adamış bir kadına bu kadar hakaret ederler?

bekir coşkun

sözde demokrasi için evet dediğimiz referandumun ardından habertürk'ten kovulmuş köşe yazarıdır.
bize de sormak düşer, madem bu iktidar demokrasi sevdalısı, madem düşünce özgürlüğüne önem veriyor, madem tüm ülkeyi kucaklamak istiyor neden bu iktidara karşı olan insanlara bunlar yapılıyor?
yazıları iyidir kötüdür, üslubunu beğenirsiniz beğenmezsiniz, fikirlerine katılırsınız ya da katılmazsınız; ama bir yazara (ki sadece bekir coşkun'a değil başka yazarlara da yapılmaktadır.) bunların yapılmasına nasıl göz yumarız ya da alkış tutarız?
bugün ülkemizde köşe yazarlarının yazıları sansürleniyorsa, yazıların bir kısmı kesiliyorsa, kimi zaman yazılar geri gönderilip yenilerinin yazılması isteniyorsa, yazılarında birilerini eleştirmesine izin verilmiyorsa demokrasinin gelişmesini bırakın varlığından dahi söz edebilir miyiz?
kendi fikirlerinden başka fikirlere tahammül edemeyen bu insanlar nasıl olur da kendilerine demokrat derken, atatürkçülere faşist derler ve bu halk nasıl olur da buna inanır?

o olduğuna inanılan insandan ayrılmak

hayatınıza girdiğinde yapbozunuzun eksik parçasını bulmuş gibi olduğunuz, hayatınızı tamamladığını düşündüğünüz kişiyi kaybetmektir.

insanın başına gelebilecek başka bir olay var mıdır ki canını bu kadar acıtabilsin, bilmiyorum. yıllarca doğru insanı beklemiş, bulduğunuza inanmış, hayatınızda ilk kez birine bu kadar yer açmış ve ilk kez bir şeyi bu kadar istemişken ve en acısı hiç bitmeyeceğine inanmışken birden bitiverir her şey. doldurulamaz bir boşluk kalır geride. hayat elbette devam edecektir, kimbilir belki ileride bir başkasını da sevebileceksinizdir; ama aynı saflığı, aynı heyecanı, aynı coşkuyu ve aynı koşulsuz sevgiyi tekrar hissedebilir misiniz? bir daha eskisi kadar masum bir güzellikte olur mu sevdalarınız yoksa her adımda bir burukluk mu hissedersiniz yüreğinizde? aynı heyecanla bekleyebilir misiniz bir daha birini? inancınız kalmış mıdır doğru kişinin veya doğru aşkın varlığına?

siz o kadar insanın arasından onu sevmiş, özenle koruduğunuz ve onun için sakladığınız dünyanıza almış, en kıymetliniz yapmışsınızdır. onun da sizi aynı şekilde sevdiğine inanmış, ona güvenmişsinizdir, öyle hissettirmiştir çünkü. peki ne olmuştur da gitmiştir? günler, geceler bu soruyla birbirini kovalar. o, gözünüzde o kadar kusursuz bir kimliğe sahiptir ki bırakıp gittiğine göre demek ki bir suç işlemişsinizdir. uykusuz gecelerde düşünür durursunuz "ne yaptım da kaybettim onu?" diye. yaşadıklarınızı bir bir aklınızdan geçirir, olayları birbirine bağlar, kendinizi sorgularsınız "suçum neydi benim?" diye. kendinizi mahkum etmişsinizdir bir kere. sonra ne yapsam da affettirsem kendimi, hatalarımı telafi etsem, onu kazansam diye çırpınırsınız. gurur yabancı bir kelimedir artık, yitirmiştir anlamını. kendinizi küçük düşürdüğünüzü düşünmeden arar son bir şans istersiniz. o da seviyordu ya güya sizi bitmesine göz yummaz zannedersiniz. bir zaman sonra anlarsınız ki ne yapsanız dönmeyecektir geri. yapacak bir şeyiniz de yoktur; çünkü aslında suçlu falan değilsinizdir. o kafasında bitirmiştir bir kere, bitirmek istemiştir; çünkü sizin bu ilişkiye yüklediğiniz anlamların hiçbirinin yanından bile geçmemiştir. bunu farketmek hafifletmez acınızı, daha farklı bir şekle bürünmesine sebep olur sadece. bu sefer de onun gözünde bu kadar değersiz olduğunuza yanarsınız. "ben onu o kadar sevmişken, onunla dolu hayaller kurmuş ve geleceğimi onunla şekillendirmek istemişken demek ki o bunları hiç hissetmemiş, hiç düşünmemiş." der ve kalırsınız öyle. kısacası "o" olduğuna inandığınız kişi için "herhangi biri" olduğunuzu farketmiş, yıkılmışsınızdır.

uykusuz geçirdiğiniz gecelere, kalp çarpıntılarıyla uyandığınız sabahlara, nasıl geçtiğini anlayamadığınız mevsimlere, döktüğünüz gözyaşlarına ve soğuduğunuz hayata rağmen "iyisiyle kötüsüyle neredeyse bir yılı paylaştık. üzüldüğüm günler elbette oldu; ama çok mutlu olduğum zamanlar da oldu. iyi ki seni tanımış ve iyi ki sevmişim, pişmam değiilim. benim için çok değerliydin ve öyle kalacaksın, mutlu olmanı dilerim." dersiniz son konuşmanızda ve tüm samimiyetinizle söylersiniz bunu. çünkü budur doğru olan, her şey geride kalsa bile güzel hatırlamak ve hatırlanmak önemlidir. o ne yapar peki? herkesin görebileceği bir yere "çok yıpratıcı bir ilişkiydi, tekrar başıma gelmesi en büyük korkum." yazar çekilir kenara. siz de görmüş olursunuz bu ilişkiye ne kadar farklı pencerelerden baktığınızı. asıl yıpranan taraf olmanıza rağmen, sarfettiği bu cümleye rağmen kötü bir şey söylemezsiniz ardından, yakışmaz çünkü size.

ve tüm bunlardan sonra "o"nu kaybettiğinize değil de aşka duyduğunuz o saf inancı kaybettiğinize üzülürsünüz.

bilmek acı çekmektir

pablo neruda'nın bizler susuyorduk şiirinin ilk mısrasıdır.

bilmek acı çekmektir. ve bildik;
karanlıktan çıkıp gelen her haber
gereken acıyı verdi bize
gerçeklere dönüştü bu dedikodu,
karanlık kapıyı tuttu aydınlık,
değişime uğradı acılar.
gerçek bu ölümde yaşam oldu.
ağırdı sessizliğin çuvalı.

kenan evren in halen tutuklanmamış olması

12 eylül 2010 anayasa değişikliği referandumuna evet diyerek kenan evren'in yargılanmasını sağlayacağını zanneden insanları hayalkırıklığına uğratan durumdur. henüz tutuklanmamıştır büyük ihtimalle de tutuklanamayacaktır çünkü zamanaşımı engeli vardır. kaldı ki yapılan değişiklik yeni darbelere engel falan da olamayacaktır. çünkü zaten darbe yapan kişi yürürlükteki anayasayı dikkate almaz, darbe yapılmışsa o anayasa da değişecek demektir.

sinan erdem de ıslıklanan iki türk

yalanla, dolanla, odunla, kömürle bugünlere kadar gelmiş; ama artık iyiden iyiye tepki görmeye başlamış abdullah gül ve recep tayyip erdoğan ikilisidir. ev sahipliği yaptığımız 2010 dünya basketbol şampiyonası madalya töreninde kendi halkı tarafından yuhalanmış bu insanlar oturup düşünmelilerdir acaba bizden başka böyle rezil bir duruma düşen başka liderler var mıdır diye.

türkiye için karanlık bir dönem başlıyor

devlet bahçeli'nin, referandum sonuçları üzerine yaptığı yazılı açıklamada söylediği sözdür. nereden bakılırsa bakılsın doğru söylemiştir. kuvvetler ayrılığı ilkesi darbe almış, yargı bağımsızlığına gölge düşmüştür. bu iktidar ve bu anayasayla aydınlık bir gelecek beklemek ise hayaldir.

vicky cristina barcelona soundtrack

barcelona, gorrion, entre dos aguas, el noi de la mare, granada, la ley del retiro, when ı was a boy, big brother, asturias, your shinig eyes ve entre olas olmak üzere toplam 11 parçadan oluşan soundtracktır. yoğun olarak flamenko ezgileri içerir, bu da filmi izlemenin yanında yaşıyormuşsunuz hissi uyandırır.

ümitsiz sevginin kurbanı olmak

bir açıdan bakıldığında, o, başkasını sevmeye başladığı anda sizin içine düştüğünüz durumdur. çünkü ondan önce küçük de olsa ilişkiniz için bir ümit varsa bile artık yoktur. kalbi başkası için atmaya başlamış, tüm ilgisi ona yönelmişken sizi farketmesi imkansızdır.

kısa bir süre öncesine kadar sizinle kurduğu hayallerin benzerlerini artık başkasıyla kurmakta, sizinle dinlediği şarkıları onunla dinlemekte, size söylediği güzel sözleri belki de artık ona söylemektedir. kısacası kendine yeni bir hayat kurmuş ve sizi o hayatın tamamen dışına çıkarmıştır. sizi unutmaya karar vermiş büyük ihtimalle de unutmuştur. tüm bunları görür, bilir ve ümidinizi tamamen kaybedersiniz.

ama şu da bir gerçektir ki bir ilşiki için hiç ümit kalmadığında size de mecburen ayağa kalkmak ve yolunuza devam etmek düşer. artık onun için mücadele etmenin, çırpınmanın, ağlamanın hiçbir sonuç vermeyeceğini, asla eski günlere dönemeyeceğinizi bilirseniz siz de ister istemez kendinize yeni bir yol çizmek zorunda kalırsınız ki bu da iyileşme sürecinin başladığını gösterir bana göre.

tayyip erdoğan dan korkmuyorum

dün yayınlanan 5n1k programında fazıl say'ın haklı özgüveniyle söylediği sözdür. kendini sanatına adamış, başarılı olmuş, ülkesini tüm dünyada temsil etmiş, uluslararası pek çok ödül almış ve çizgisini hiç bozmamış bir sanatçının, ülkesinde kurulmak istenen korku imparatorluğuna karşı meydan okuyuşudur ve tam olarak şöyle demiştir:

"tayyip erdoğan referanduma bile tehditle gelince bu da bizim hoşumuza gitmiyor yani. hayır verenleri neredeyse öyle bir demagojiye getirdi ki 12 eylül e evet demekle eşitliyor. böyle bir şey yok ama. neredeyse hayır diyemeyeceğiz. -cüneyt özdemir'in siz hayır diyeceksiniz herhalde sorusu üzerine- ben hayır diyeceğim, kendi içimdeki korkağı yenmek zorundayım. ben tayyip erdoğan'dan korkmuyorum. çünkü ben bir dünya sanatçısıyım, onurlu bir insanım, büyük bir emek verip geldiğim yere geldim tüm dünyada bestelerimle çalışımla, çok zor bir hayattan geçtim, çok büyük önyargıları yendim, kendimi de yendim, tayyip erdoğan'dan korkmam için bir sebep yok."

sevgilinin omzuna başını yaslayıp dünyayı unutmak

kalbin başka türlü çarpmasıdır. nerede olursanız olun sanki size ait bir sığınaktaymışsınız gibi ve etrafınızda kimler olursa olsun aslında sadece siz varmışsınız gibi, o güne kadar aradağınız her neyse onu bulmuşsunuz ve asla kaybetmeyecekmişsiniz gibi, huzur denen kavramın tam olarak ne olduğunu anlamış, beklenen mutluluğa sonunda kavuşmuş gibi...
ilk aşkınızın omzuna başınızı ilk yasladığınızda olanca samimiyetinizle "başımı ilk kez birinin omzuna yaslıyorum" diyerek sevginizi, güveninizi, mutluluğunuzu ve huzurunuzu anlatmaya çalıştıysanız ve üstünden çok geçmeden terkedildiyseniz çok fenadır işte, hatırladıkça acıtır canınızı. kendinizi, herkesten sakladığınız büyük bir sırrınız açığa çıkmış gibi hissetmekten alıkoyamazsınız bir türlü.
aslında bütün bunlar da aşırı duygusallığın etkisiyle yazılmış cümlelerdir belki de ve akıl başa gelip de dünya hatırlandığında mantıksız gelecektir, kim bilir?

atatürk türkiye dir türkiye atatürk

inönü üniversitesi yerleşkesi'ndeki kütüphane binasının üstünde bulunan, prof. dr. fatih hilmioğlu'nun rektörlüğü döneminde yazdırılan, yeni rektör prof. dr. cemil çelik tarafından da nazizmi çağrıştırdığı gerekçesiyle kaldırılan yazıdır.

bizlere bugüne dek nazizmi değil de atatürk'ün eseri çağdaş türkiye'yi ve o türkiye'nin her daim atatürk'ün ışığında ilerleyeceğini anımsatmış yazıdır ve kaldırılması inönü üniversitesi öğrencilerinde büyük tepki uyandırmıştır.